Başka dillerde, başka denizlerde birlikte olmak…

Daha çocuğum yokken bile çocuklarımla bol bol gezmenin, onlara dünyanın her yerinden insanlarla sohbet etmenin, dünyanın tüm denizlerinden taş toplamanın güzelliğini yaşatmanın hayalini kuruyordum. 20 günlükken uçağa atlayıp ilk yolculuğumuza çıktığımız ikizlerim 6 yaşına gelmek üzereler. Ve artık onlar da çıktıkları seyahatlerden çantada bir kaç taş ile geri dönüyorlar. Taşların güzelliğini anlayan gezmeden duramaz bence, ve bu zehir onların da içine sızdı. Üstelik hala sadece boya kalemi, kitap ve bir kaç oyuncak ile çıkılan yolculuklardan keyif alabiliyorlar. Bu yazı çocukları için hayal kuran bir annenin hayallerini gerçekleştirmesine tekabül eden bir romantizm içerebilir. Mazur görünüz. 

SONY DSC

Geçen hafta ilk kez sadece çekirdek ailemiz ile yurtdışına tatile gittik. Yanımızda bizden başka kimse yoktu ve bol boya kalemi ve birkaç kart oyunu ile bol yürümeli bir seyahat planlamıştık. Dışarı çıktığımız bir akşam, bir köye gidip köy meydanındaki restoranlardan birinde ailece yemek yedik. Etrafta koşturan ve oyun oynayan 10 kadar çocuğu görünce bizimkiler de onlarla oynamak istedi. Ancak bizimkiler Yunanca konuşamıyor, diğer çocuklar Türkçe bilmiyor, her 2 tarafta da İngilizce bilen çocuk yok. Toplamda 20 kelime İngilizce bilen gürbüz 1 çocuğun yardımıyla tüm çocuklar birbirlerinin ismini öğrendikten sonra başladılar birlikte koşturmaya. Tek bir ortak kelime bilmeden yaklaşık 4 saat kadar birlikte oyun oynadılar. Eve gitme vakti gelince hepsi birbirinden goodbye diyerek ayrıldılar. 2 gün sonra başka bir yerde o geceki çocuklardan biriyle karşılaştı bizimkiler. İsimleri akılda tutamadıklarından birbirlerine “Hello hello” diye seslenip garip bir dilde (ne Yunanca, ne Türkçe, ne İngilizce) konuştular ve arkadaşlarını gördükleri için çok mutlu olduklarını söylediler.

SONY DSC

Otel sahibimiz Nafsika, torunu Alexander ve benim ikizler Ada & Aksel.

Otel sahibimiz Nafsika, torunu Alexander ve benim ikizler Ada & Aksel.

Paylaşmak istediğim bir diğer hikaye de şu: Yine bir gün eşim ve ben bir restoranda şarap içip sohbet ederken çocuklar dondurma almak istediler. Oysa o anda ne benim ne eşimin masadan kalkmaya niyetimiz yoktu.  300 metre ilerideki dondurmacıya gidip, kendi kendilerine dondurma almalarını önerdik. Ellerine 5 Euro verip gidin dondurmanızı kendiniz alın dedim. Oğlum Ada “icecream please” diye sormaya, diğer oğlum Aksel de “how much” diye sormaya karar verdi. Henüz bundan daha ileri İngilizceleri yoktu. Bu iki kafadar birlikte dondurmacıya gidip, 15 dakkika sonra ellerinde dondurma ve 2 Euro para üstüyle döndüler. Henüz Türkiye’de tek başına bakkala göndermediğim 2 kafadar başka bir ülkede başka bir dilde alışverişe gitmişlerdi. Nasıl başardıklarını merakla  sordum. Ada: “Ben icecream please dedim, adam da eliyle dolabı gösterdi” dedi. Aksel de “adama gidip how much diye sordum, adam da three deyince 2 euro para üstü alacağımı anladım.” dedi

Kısacası bu 2 hikaye bence tatilimizin en önemli hikayesiydi.  Sadece boya kalemleri ile çıkılan bir yolculuktan aldıkları keyif, 6 yaşında bambaşka bir dilde kurdukları arkadaşlık, buna harcadıkları emek ve başka bir ülkede kendi işlerini görme yetisi bir anne olarak onlar için hayalini kurduğum şeylerdi.